Masaldan Performansa: Yaratıcı Dans Metodu ile Masal Karakterlerinden Dans Performansı Hazırlamak- Şeyma Yenioğlu
Makalenin amacı; bir masal karakterinin ya da karakterlerinin, ait oldukları masal örüntüsü içindeki döngülerinin yaratıcı dans performansı ile aktarılabilmesinin araştırılmasıdır.
Makalenin amacı; bir masal karakterinin ya da karakterlerinin, ait oldukları masal örüntüsü içindeki döngülerinin yaratıcı dans performansı ile aktarılabilmesinin araştırılmasıdır. Performansın örneklendirilebilmesi adına şaman masalları çerçeve alınarak masalın ana karakteri olan şamanlar seçilmiş ve onların çoğunlukla görsel şölene dönen danslarla yapmış oldukları ayinleri odak alınarak araştırma yapılmıştır. Şamanlara ait ayinlerin anlatıldığı masallara dair farklı kaynaklar olmakla birlikte (Altay Masalları -İbrahim Dilek ya da Şaman Masalları & Üç Alem Gezgini- Timur Davletov) bu makalede okuması yapılan masalların ve yararlanılan kaynakların ışığında aktarılacak bilgiler ve özgün olarak kurguladığım bir şaman masalının yazılı metni ve ona ait yaratıcı dans performansı üzerinde durulacaktır. Şamanizm inancının ana hatlarına ve ayinlerin özelliklerine değinecek olursak; anavatanı Orta Asya-Sibirya olarak kabul edilse de Şamanizm Kuzey ve Güney Amerika’ya, Avrupa’ya ve Güney Afrika’ya kadar dünyanın birbirinden uzak bölgelerinde pek çok ortak yönüyle var olmuştur (İzgi,2012). Ortak yönlerinin çok olması nedeniyle dünyanın farklı bölgelerinde yaşamış şamanların ayinleri genel bir bakış açısıyla değerlendirilmiştir. Şamanlar farklı pek çok konu için ayin yapmışlardır. Ayinin konusu her ne olursa olsun öncelikli olan yerdeki ve gökteki ruhlar ile bağlantı kurmaktır. Ayin düzenledikleri konuların başında ise mevsimlerin değişimi, insanların kötü ruhlardan arınması, kurbanların atalara sunulması, bir doğumun gerçekleşmesi, hasta kişilerin tedavi edilmesi, ölen kişiye diğer aleme kadar eşlik edilmesi ya da kehanetlerde bulunma gibi konular gelmektedir. Şamanlar bu ayinler için manyak denilen şaman giysilerini giyerler, genellikle yüzlerine bir maske takarlar ve davul çalarak ayine başlarlar. Farklı bölgelerde kullandıkları semboller değişse de genelde doğada var olan hayvanların beden parçalarından (ruhlar alemine geçişi kolaylaştırdığına ve koruyucu olduğuna inandıkları için) faydalandıkları ve ayinlerine daima ateşin eşlik ettiği görülmektedir. Bu makalede şaman ayinlerinin vazgeçilmezi kabul edilen davulun ritmi ile gelen otantik dansla, masalsı törenin birliğine değinilecek ve bu iki kadim sanatın şamanın elinde birleşen görüntüsünden yola çıkarak yazmış olduğum masalın yaratıcı dans performansı ile eş zamanlı vücut buluşundan bahsedilecektir.
Yaratıcı dans, insan bedeninin bulunduğu mekânda bir amaç, niyet ya da dürtü doğrultusunda, zaman kullanımı ile ilişkide, bedensel efor kaliteleri aracılığı ile duygu ya da düşüncelerini dışa vurduğu, estetik bir pratiktir. Kökleri insanlık tarihi kadar geriye dayanan yaratıcı dans, mağarada yaşayan insanın korku, ibadet ve kutlama ritüellerinden başlayarak yüzyıllar boyunca farklı kültür ve medeniyetlerde kullanılmıştır (Babikyan,2022).
Tıpkı yaratıcı dans gibi kökleri insanlık tarihinin ilk yıllarına dayanan masal kavramı ise şöyle tanımlanabilir: İnsanın gerçekle gerçeküstünü harmanlayıp, olmasını hayal ettiği dünyada, geçmişte belirsiz bir zamanda, sıradan insanların çoğu kez gerçeküstü güçlerle donanıp olağan veya olağanüstü varlık ve olaylarla mücadelesinin anlatıldığı hikâyelerdir. Bu hikâyelerde bazen hayvanların da insanlar gibi davrandığı; düşünüp, konuşabildiği hatta mahkeme kurup birbirlerini yargılayabildikleri görülmektedir. Sesin, kelimenin sihirle güç kazandığı; yeraltı, su altı ve gökyüzü dünyalarının iç içe girdiği vakidir (Dilek, 2007).
Yaratıcı dansın ve masalların, insanlığın ilk tarihinden bu yana girişik birleşik bir bağı olduğu bilinmektedir. İlk çağlarda kamp ateşi akşam toplanan grup üyelerinin gün boyu birbirlerine jest, ses ve taklitlerle anlaşmaya çalıştıkları bir yer olarak sanatın da ilk tohumlarının atıldığı yerdir. Hatta ileride ortaya çıkacak olan ateş ritüellerinin de kaynağı o zamanlara kadar gitmektedir (Şenel, 1991; Cemal, 1996).
Bedenle anlatılan ve yazılan insanın hikâyesi, kimi zaman yaşamı anlamlandırma, onurlandırma, kimi zaman da dışarıdan yüklenen anlamları silkeleme çabası olarak nihayetinde sonsuz olana temas yolculuğudur (Babikyan,2022). Bu temasın sonsuzluğu dansçının ya da dans eden kişinin, erken dönemlerden bu yana yıkılmayan, yok olmayan varlığının sembolü olmuştur, bu var oluşu Dionysos’un ölüm dansının aynı zamanda yaratılışın ateş dansı olmasında da görürüz (Babikyan,2022). Asırlardır dans hem sonsuz bir var oluşun yolculuğuna, hem de dilden dökülemeyen kelimelerin beden ile can buluşuna olanak sağlamıştır.
İnsan hayat boyunca çoğunlukla farkında olmaksızın günlük beden dilini son derece etkili olarak kullanır. Ancak bedenini, kelimeleri kontrol ettiği gibi kontrol edemez. Bedenimiz olaylara ya da durumlara karşı çok daha fazla kendiliğinden tepkiler verir. Gerçek duygu ve düşüncelerimizi kelimelerin arkasına gizlemek belki mümkündür ama beden dilimizi gizlememiz çok kere mümkün değildir (Baltaş,1993). Dolayısıyla bedenin dansıyla insan vücudunda biriken pek çok duygu dışa vurulmuş olmaktadır.
Kaynaklarda aktarılan bu bilgilere göre insanlık tarihinin başından bu yana beden, kelimelerin yetersiz kaldığı ya da ihtiyaç duyulmadığı yerlerde otantik dansa kendini bırakarak bir anlatıcı olmuştur. Ölümün, doğumun, mevsimlerin, sevincin, üzüntünün masalını bedensel devinimlerle bazen doğadan toplanan parçaların ritmik eşliğiyle bazen de anlamsız sözcüklerle süsleyerek anlatmıştır. Dolayısıyla yaratıcı dansın aktardığı performans esasında kişinin içsel ve özgün masalıdır.
Bu doğrultuda odak olarak alınan şaman masallarına bakılacak olursa; insanoğluna ait masal niteliğindeki en eski yaratmaların anlatıcıları, Şaman ya da Kam olarak adlandırılan din adamlarıdır. Bu anlatmalar, dinsel ayin ve törenlerde belli ritüeller çerçevesinde, müzik eşliğinde ve özellikle gece gerçekleştirilen icralardır: Mitik dönemin tamamlanması sırasında, Şaman ve Kamların görevinin üçe parçalandığı, tamamen olağanüstü özelliklerin masallara, kahramanlık ve olağanüstü özelliklerin destanlara, olağanüstü dinî özelliklerin ise efsanelere geçtiğini ve bu üç türün karşılıklı ilişki içinde eş zamanlı olarak var olduğunu, bunlardan masal ve efsanenin belli bir anlatıcı tipine bağlı olmadan, destan türünün ise belli bir anlatıcı tipine bağlı olarak yaratılmaya başladıklarını düşünmek mümkün olabilir (Ekici, 2005).
Masal fantastik yapısı, olağanüstü kahramanları ile sihir ve büyüye yoğun şekilde yer veren bir tür olarak, Şamanizm için son derece ideal bir zemin oluşturmuş; Şamanizmin pek çok unsuru masalın bünyesine dâhil olurken, Şamanın görevleri de masal kahramanına ya da kahramanlarına aktarılmıştır (Türkan, 2015).
Başka bir makalede yer alan şu satırlar da ise şaman ayinlerine dair aktarılan bilgiler şöyledir: Her şaman gösterisi, müzik, dans ve sözcük (içine diyalog, monolog, anlatım giren üçlü fonksiyonda), sembolik ifadelerle dolu olan ve sıkça hokkabazlık ve el çabukluğu kategorisine sokulan jest ile hareketlerin tabi bütünlüğü oluştururdu. Seyirciler, oyunun dramatik yapısına uyan fakat kendi iç yapısına sahip olan solo gösteriler seyrederlerdi (Malgorzata Labecka).
Masalların ilk anlatıcıları olarak görülen şamanların ayinlerde yapmış oldukları yaratıcı dans; Şamanın yeryüzü ve gökyüzünün güçleri arasında bağ kurulmasına aracı olmuş, yukarı ve aşağı dünyadan gelen çeşitli mesajlar bedenle alınıp söze dönüşmeden önce bedenle verilmiştir (Babikyan, 2022).
Yine başka bir makalede şamanın dansına dair aktarılan bilgiler şöyledir: Şaman dansları hakkında ayrıntılı bilgiye sahip olunamamakla birlikte, Şamanların genellikle hangi nedenlerle dans ettikleri bilinmektedir. Şaman dansı hemen hemen aynı niyetler için yapılmaktadır. Amaç ya göğe yaptığı yolculuğu ve içinde bulunduğu trans halini yansılamak ya da av ve savaş öncesi, sempatik büyü yoluyla yansılanan hayvanı veya düşmanı etkilemektir. Dramın kökeni olarak kabul edilen bu yansılama eylemi, dans ve müzik aracılığıyla hem Şamanın üyesi bulunduğu toplum üzerinde güçlü bir etki bırakmakta, hem de Şamanın gerçekleştirdiğine inandığı doğa üstü eylemleri yansıtmaktadır (Ergin, Türklerde Dini Danslar).
Dolayısıyla masal ve yaratıcı dans, ilk anlatıcılar olarak görülen Şamanların olmazsa olmaz bir parçaları olarak kabul edilmektedir. Onların göğe ve yere dair çeşitli ayinlerinin aktarılması bu iki sanat dalı ile mümkün olmuştur. Yaratıcı dans ve masalın kardeş sanatlar olduğunu bir masal anlatıcısı ve bir yaratıcı dans eğitmen adayı olarak ruhumun derinliklerinde çokça hissediyorum. Hem yazmış olduğum masalda hem de bundan sonra anlatacağım her masalın içinde yaratıcı dansa sırtımı yaslayarak özgün ve tekrarlayan devinimleri kullanmak niyetindeyim.
Bir Şaman Masalı
Gökçil & Bengi
Yerin yedi kat altı
Göğün yedi kat üstü
Haber verdi insanoğluna
Duymadı âdem
Kâh gözünü kapadı
Kâh kulağını tıkadı
Sonra düzden bozuldu
Koptu beşerin bağı
Boşluğun sesi çınladı kalbinin çeperinde
Ruhunu usul usul kemirdi bu boşluk
Hem gece hem gündüz
Hem gece hem gündüz
Hastalıklar peydah oldu
Zihni bulandı insanın
İçini perde perde sıktı bir şeyler
Düzen önce içeride, sonra dışarıda bozuldu.
Bozuk düzenin kaygısı sarınca
Bir çare aradı
Köşe bucak bir derman
İşte o zaman
Doğanın sesini duyan,
Yere bastığında kökü,
Göğe baktığında özü hisseden şifacılara, aracılara tutunmak istedi.
Kaybolan bağını tekrar tutabilmek için.
İşte o zaman yere basınca kökü
Göğe bakınca özü gören şamanlar görünür oldular.
Bahara can geldi,
Doğuma ruh,
Ölümün rengi değişti,
Hastalar şifa buldu.
Yere bastığında kökü,
Göğe baktığında özü gören şamanlar
Vakti dolanı bırakmayı hatırlattı tılsımlı cümlelerle,
uykuda olana uyanmasını söyledi davulunun ritmiyle.
…..
Tam da o çağlarda akça pakça hareli yeşil gözleriyle bir kız çocuğu gelmiş dünyaya. Annesi onu dünyaya getirdikten birkaç ay sonra daha yaşamış, bebeğine göğsünden kana kana sütünü içirmiş sonra bir gece usulca göçüp gitmiş dar-ı dünyadan. Kimse bilememiş bir derdi bir hastalığı var mıydı diye, çünkü bebeğini dünyaya getirdikten sonra hiç konuşmamış.
Babası ise av için gittiği Sarpkaya dağından geri dönmemiş, tanıyanlar bilenler bir zaman sonra onun okunu ve yayını yolda bulup getirmişler. Dedesi ve anneannesi büyütecekmiş bu kız çocuğunu. Annesi göçene kadar, babasının oku ve yayı eve gelene kadar beklemişler bir umut adını onlar koysun diye. Fakat kader bu görevi onlara yüklemiş.
Dedesi, dolunayın sapsarı bir altın tabak gibi gökyüzünde göründüğü o geceyi beklemiş. Ve henüz hiç yıkanmamış bebeği ay ışığına çıkarmış. Bebeğin hareli yeşil gözlerine vurmuş ayın sarısı. Dedesi, bebeği adeta ayın ışıkları ile yıkamış ve o ışığın altında seslenmiş hem yere hem göğe doğru:
Gökçil!
Gökçil!
Gökçil!
Ömrün bereketli olsun,
Sözün kerametli olsun,
Kaderini sev kızım,
Yolun iyilik olsun.
O gece sapsarı aya ışığının altında ateşin başında bir dede, bir torun ve bir anneanne varmış dünyanın bir köşesinde sessizce sabahı bekleyen. Bir çulluk kuşu ötmüş gün ağarana kadar başlarında.
Ve mışıl mışıl uyumuş Gökçil bebek ay ışığının altında, ömrünce daim olacak ateşin yanı başında.
Günler başlamış kovalamaya haftaları. Haftalar durur mu dizilmişler dörder dörder sıraya, düşmüşler ayların peşine. Aylar soluğu kesile kesile yılları kovalamış derken bizim Gökçil kız gelmiş 7 yaşına. Hareli yeşil gözlerinden bir damla yaş düşürmeden büyütmüş onu anneannesi ve dedesi. Yedi yaşına gelince kabına sığamaz olmuş Gökçil. Ağaçlara tırmanıp kuşları almış avuçlarına. En yırtıcı olanların gözlerine bile korkmadan bakmış hareli yeşil gözleriyle. Bir gün omzunda kocaman kurşuni renkli bir kartal ile dönmüş kulübeye. Demirci ustası olan dedesi demiri tavında bırakıp bakmış Gökçil’e uzun uzun. Başka bir gün kocaman bir ayının yanında usul usul oturur görmüş Gökçil’i deri işleyen anneannesi. Bakmış Gökçil’e uzun uzun. Bazı geceler sabaha kadar ayı izlediğini görmüşler, bazı günler yere yatıp toprağı dinlediğini. Bir çocuk için fazla ve de garip olan her durumda daha çok emin olmuşlar kızlarının reddettiği şeyin torunlarında tohumlandığına. Bir kayıp daha istemeyerek gecelerce Tanrıya yakarmışlar. Ve dedesi en özel madenlerden tüm ustalığını kullanarak hazırlamış torununun ayna parlaklığındaki kolyesini. Ve anneannesi en narin ama en hoş sesin çıkacağı keçi derisinden geceler boyu usul usul hazırlamış davulunu. Renk renk deriler bağlamış davulu gerdiği her bir tele. Gökçil yaşasın istemişler, bilirlermiş kabul etmezse er ya da geç onun yerine bu aileden başkasını isteyeceklerini; çünkü anneannesinin atası da dedesinin atası da şaman imiş asırlar öncesinde. Zamanında yapmadıkları hazırlığı yapmak belki onun yoluna güç olur diye hazır etmişler bir davulu bir kolyeyi Gökçil’in ömrü bereketli, yolu iyilik olsun diye dualar ederek.
Anneanne ve dede için uykusuz geceler başlamış. Gökçil’in o malum rüyayı göreceği geceyi beklemişler sabırla. Bilirlermiş ki dolunay zamanı olurmuş olan. Dolunay gökte sapsarı bir altın tabak gibi belirdiğinde her geceden daha erken uykuya dalmış Gökçil.
Rüyasında önce yer ile göğün yer değiştirdiğini, sonra kuşların ters uçtuğunu, ağaçların köklerinin havada olduğunu görmüş. İçi ürpermiş, bir köşeye sinmek kaçmak istemiş ama bir el sımsıkı tutmuş onun elinden. Sıcak, yumuşak ve şefkatli bir şey hissetmiş Gökçil. Hiç görmediği annesiymiş bu bilmiş annesi olduğunu. 7 yıllık ömrünün ilk tuzlu gözyaşı dökülmüş gözünden.
Annesi ona sadece ‘Korkma’ demiş.
Gökçil tek kelimeyle cevap vermiş: ‘Korkuyorum!’
Yan yana uzanmışlar nemli toprağın üstüne. Sonra annesi görünmez olmuş. Gözlerini, içini ürperten korkuya dayanamayıp sımsıkı kapatmış Gökçil. Başında davullar çalmışlar. Bilmediği dilde kelimeler söylemişler. Gökyüzüne ve yer yüzüne şekiller çizmişler. Yerin altından ağaç kökleri yürümüş kollarına hem ürpermiş hem şefkat hissetmiş Gökçil. Göğün içinden tatlı rüzgarlar esmiş üstünde. Küçücük bedeni nemli toprağın kucağında yerin söylediklerini ve göğün türküsünü dinlemiş. Bir zaman sonra kendi sesinin de o bilmediği dile karıştığını, şarkılar söylemeye başladığını işitmiş Gökçil. Ormanda çınlayan kendi sesini duymuş. Ve bir eline bir kartalın hala parıldayan gözleri ile ölü bedenini, bir eline de boz bir ayının pençesini bırakmışlar.
Gece yüzündeki terden, çıkardığı garip seslerden anlamış dedesi ve anneannesi vaktin geldiğini. Terini silip ellerini tutmuşlar ama kızlarında yaptıkları gibi bu kez torunlarını uyandırmamışlar. Üç gece aynı rüyayı görmüş Gökçil, üç gece bitene kadar konuşmamasını ve sadece toprağa uzanıp göğü izlemesini tembihlemişler. Gökte her gün çulluk kuşları, kız kuşları aynı sembolleri çizmiş onun için. Ayılar yeri aynı rüyasındaki davulun sesiyle aynı ritimde adımlamış. Üçüncü gecenin sabahında uyandığında bir elinde gözleri hala parıldayan ölü bir kartal bedeni, diğer elinde boz bir ayının pençesi varmış.
Üç gün boyunca hep aynı cevabı vermiş Gökçil annesine: ‘Korkuyorum!’
Fakat hissettiği şefkatten mi, bu seçilmişliği kabul etmekten başka bir seçeneği olmadığından mı yoksa dedesinin yıllar öncesinden bu yaşına kadar ‘Kaderini sev kızım’ cümlesini sürekli duymasından mı bilinmez; kabul etmiş Gökçil şamanlığın gelişini. Üçüncü gecenin sabahında elinde bundan sonra hep yanında taşıyacağı iki yol arkadaşı ile kapının önüne çıkmış. Küçük bedeninin içinde sanki çağlayan bir nehir varmış gibi bakmış etrafına. Yaşı küçükmüş ama ruhunda bir şeyler kocaman olmuş sanki. Sağında anneannesinin bıraktığı davulu görmüş ve eline bir tahta parçası alıp ateşe tutmuş, tahtanın ucuyla 3 gündür ona gökyüzünde kuşların çizdiği sembolleri kendinden emin fakat kapalı gözlerle, sanki uyur gibi bir edayla davuluna işlemiş. Koca davulu bir yaprakmışçasına kaldırmış kolayca, tokmağıyla üç kez vurmuş, üç kez dönmüş. Üç kez vurmuş, üç kez dönmüş.
‘Korkmuyorum’ demiş Gökçil ve devam etmiş hem yere hem göğe haykırmaya:
Korkmuyorum.
Kaderimi seviyorum.
Gökten geleni yumuşatırım göğsümde,
Yerden geleni kucaklarım.
Varsa âdem olana dermanım aksın benden.
Razıyım.
Kaderimi seviyorum.
Artık korkmuyorum.
Her cümlesine davulun tok sesi eşlik etmiş.
Dedesi demir ocağının başından elinde ayna gibi parıl parıl parlayan kolyeyle gelmiş yanına. Gözünün içine baka baka takmış kolyeyi boynuna. Renk verdiği deri parçalarıyla saçlarını örmüş anneannesi. Mavi deri göğü, kırmızı deri ateşi, yeşil deri toprağı, sarı deri iyiliği ve mutlu yaşamı, beyaz deri temiz bir yolculuğu temsi eder kızım demiş anneannesi saçlarını örerken. Bolca beyaz derili örgüler bırakmış Gökçil’in sırtında. Bundan sonra ay atası, güneş anası olmuş Gökçil’in. Başlamış erginliğe gelene kadar sürecek eğitim dönemi. Çok az konuşur olmuş Gökçil ama çokça izler olmuş doğadaki her bir değişimi. Doğada gördükleri, suyu izlemesi, tefekkür halleri, rüyaları, güneş ve ayın üstüne düşen ışıkları, rüyasında duyduğu bambaşka kelimeler büyütmüş onu. Her doğum gününde kapının önünde bir işaret bulmuşlar vakti geldiğinde kullanılması için: Çıngıraklar, çeşit çeşit kuş tüyleri, kemikler, farklı nehirlerin kokusunu rengini taşıyan taşlar…. Anneannesi özenle saklamış hepsini senelerce.
Günler geçmiş, vakit gelmiş Gökçil on sekiz yaşına basmış. Ve o gece uyumamış Gökçil. Demişler ki ona: ‘Ayın güneşe kavuşacağı saatte her yer kapkara olacak. İşte o zaman sana manyak denilen şaman kıyafetini ve maskeni teslim edeceğiz. Bekle gözünü kırpmadan. Yanında davulun, kartal başın, ayı pençen ve biriktirdiğin her bir hediyen hazır olsun. Sadece sen olmalısın. Başka kimse değil’
Anneannesi ve dedesi ay ile güneşin kavuştuğu karanlık saate kadar kulübede uyumadan beklemişler. Gökçil de nehrin kıyısında dışarıda beklemiş. Ay ve güneş tutulunca birbirine kararmış ortalık, davul sesleri gelmeye başlamış dört bir yandan, şiddetli bir rüzgâr çıkmış ilkin. Anneannesi ve dedesine uyku bastırmış bir anda. Sanki bir düğün alayı sanki bir bayram meydanına dönmüş birden gölün etrafı. Güneş ile ayın birleşmesinden Şaman Gökçil doğuyormuş. Her bir kıtanın şamanının ruhu, gelmiş geçmiş tüm ata ruhları oradaymış. Seneler sonra sıcacık bir tebessüm olmuş Gökçil’in yüzünde. Örgülerini sevmişler, sarılıp kulağına tılsımlı sözler fısıldamışlar. Hepsi eline davulunu alıp vurmaya Gökçil’in etrafında dönmeye başlamışlar. Ayin bitince derin bir sessizlikte beklemişler ne zaman ki tepelerinde bir kara kuyruklu bir beyaz kuyruklu kartal uçmaya başlamış işte o zaman Gökçil’e rengarenk şaman kaftanını giydirmişler, ayinlerde takacağı maskesini teslim etmişler. Doğum günlerinde gelen her bir hediyeyi takmışlar kıyafetinin üstüne. Kollarına rengarenk deriler bağlamışlar.
Baharı müjdele demişler,
Zorlu doğumları kolay kıl demişler,
Hastalar şifa ver demişler,
Doğru sözün aracısı ol demişler,
Kaderini sevdiğin gibi
Sev her bir canı, şamanlığı, ata ruhlarını, doğayı.
Annesi görünmüş o anda:
Yolun iyilik olsun kızım deyip Gökçil’in davulunu yerden alıp vermiş kızına. Tüm davullar susmuş, tüm dans durmuş o anda. Gökçil’in davulunun sesi çınlamış dört bir alemde, Gökçil’in dansı başlamış.
Gökçil’in şarkısı duyulmuş gökte ve yerde:
‘Korkmuyorum,
Korkmuyorum,
Kaderimi seviyorum.
Şifaya aracı olayım,
Baharı müjdeleyeyim,
Gül yanaklı bebeklerin kırkını uçurayım,
Alkarısını defedeyim anaların başından,
Doğrunun aracısı olayım.
Yolum iyilik olsun.’
Şarkısını bitirip gözünü açtığında güneşin ışıkları vurmuş yüzüne. Ve etrafında kimsenin kalmadığını görmüş. Tüm hediyelerinin yerleştirildiği kaftanı, maskesi, davulu, boynunda güneşi yansıtan kolyesi dışında hiçbir şey kalmamış etrafında. O şamanlığı ruhuna işlediği gün gökte uçan bir beyaz kuyruklu, bir de siyah kuyruklu iki kartal yerleşip yuva yapmış kulübenin çatısına.
Ve kırk köye yayılmış Ak Şaman Gökçil’in şifacılığı. Hiç zaman kaybetmeden şifa arayan hastalar, dili tutulan kekemeler, gözüne perde inenler, bebeğinin kırkını dolduranlar, gelecekten dört gözle haber bekleyenler dizilmişler kapısına. Haber salmış Gökçil ruhlar için süt isterim bir de bisküvi; başkaca isteğim yoktur ama bu ikisini almadan gelmeyin diye. Ateşini harlarmış içeri her yeni can girdiğinde. Özenle doldurup bardağa sütleri üstüne de bisküvileri dizermiş dilinde değişik ezgilerle. Gözlerini ateşe dikip beklermiş önce, sonra ruhlarla bağ kuracaksa maskesini takar, başlarmış davulunu çalmaya. Hünerlerini duyanlar Sarpkaya dağını aşıp gelir geceden kapının önünde bekler sıraya girerlermiş. Bazen o kadar çok üst üste ayin yaparmış ki yorgun düşüp ay ışığında nehrin yanına gider hem gözünü hem ağzını bağlar sadece toprağa uzanır dinlenirmiş. Ve kâh göğe çıkar kah toprağı dinler yenilermiş ruhunu. Bazı gün sırtına heybesini atar içine tüm eşyalarını koyup dağlara çıkar, hayvanların doğumlarına eşlik edermiş. Geleceği soranlara sözü hiç yontmadan doğru neyse onu söylermiş.
Gel zaman git zaman kulübenin çatısındaki kargalardan siyah kuyruklu olanın canı çekilmeye başlamış, hayvan uçmak için açıyormuş kanatlarını fakat düşüveriyormuş yere daha hiç kanat çırpmadan. Gökçil anlayınca bir tuhaflık olduğunu önce ona şifa ayinleri yapmış. Günlerce sürmüş bu ayinler ama siyah kuyruklu kartal toparlayamıyormuş kendini. Demirci dedesi ruhu gitmek istiyor sanki kızım demiş Gökçil’e. Gidemediği için acı çekiyor demiş. Gökçil’in sanki daha önce hiç duymadığı bir şey gibi çarpmış yüzüne: Ölüm. Hiç bilmediği bir coğrafya gibiymiş orası. Şimdiye kadar hep şifaya aracı oldum, yaptığım dinsel törenlerde gülen yüzler gördüm, anaları alkarısının fenalığından korudum, kırkını uçurduğum bebeklerin yanağında güllerin açtığını gördüm ama ruhu uçup gitmek isteyenlere nasıl eşlik edeceğimi bilmiyorum ki demiş dedesine.
Ruhu gitmek isteyene nasıl eşlik edilir bilmiyorum demiş kendi içine doğru bir kez daha.
Siyah kuyruklu kartal bitkin halde birkaç damla suyla ölümle yaşam arasında arafta beklerken Gökçil her gece nehrin kıysında ay yerini güneş teslim edene kadar beklemiş. Cevap duymayı, bir ses işitmeyi, yolu görmeyi beklemiş. Ve bir gece nihayet bir soluk hissetmiş yanında. Annesi gelmiş yanına:
‘Ah demiş ah! Senin dağılıp şaman olarak tekrar toparlandığın gece ‘Yolun iyilik olsun!’ ve sana gerektiğinde kışı da çağırmalısın, ruhu gitmek isteyene aracı olup ölüme de yer açmalısın demedik. Seni fark etmeden sadece AK ŞAMAN seçtik, bir denge vardır Ay kızım, dünyanın dengesi bozulmamalıdır. AK ŞAMAN’ın bir de KARA ŞAMAN’ı olmalıdır ki gördüğü kötü haberleri de dilinden dökebilsin, insanları uyarabilsin. Ölümle kolayca kucaklaştırsın vakti dolan canı. Yaz, çetin ve de zorlu kışa dönmelidir ki hayvanlar uykuya dalsın. Kar suyu nehirlere can versin, ilkbahar için su depolasın ağaçlar ki çiçekleri çatlayıp meyveye dönsün. Gitmesi gereken gitsin ki toprağa başka şekilde can olsun ruhu salınırken. Gitmesi gereken gitsin ki yeni doğanlarla denge korunsun. KARA ŞAMAN da olmalıdır ki denge daim olsun. Terazinin kefeleri şaştı sen iyiliklere koşarken, ondandır koştuğun her doğumla çoğalan hayvanlar ve gördükleri yerde nice zamandır birbirlerine saldırırlar kaybolan dengeyi tekrar bulmak için. Çare bulmak lazım ama nasıl?’
Annesini kocaman açtığı hareli yeşil gözleriyle dinlemiş Gökçil. Demek AK ŞAMAN’a bir de KARA ŞAMAN lazım. Bekleyeceğim demiş annesine, cevabı gelecektir bekleyeceğim.
O geceden sonra her gece kucağında siyah kuyruklu kartal ile nehrin kıyısında ateş yakıp sabaha kadar beklemiş Gökçil. Geceler sonra içinde bir ses ona davulunu çalıp maskesini takıp üstüne kaftanını giyip beklemesini söylemiş. Tüm köyü uyandırmaktan çekinerek ama onların da aradığı o dengeye ihtiyacı olduğunu bilerek başlamış davulunu çalıp dans etmeye. Gün ağarmak üzereyken ve o artık çok yorgun düşmüşken gelmiş ruhlar ve sadece YOLA ÇIK demişler Gökçil’e. HİÇ DURMA YOLA ÇIK!
Gökçil yorgunluktan yığılmış yere ve gözünü açtığında anneannesi ile dedesini başında görmüş. Hiç vakit kaybetmeden tüm gerekli şeylerini alıp at üstünde dört nala yola çıkmış her zamanki gibi duyduklarına güvenerek. Günlerce gitmiş at sırtında, yolda ihtiyacı olanlar için ayinler yapmış. Günlerce gitmiş dört nala, dereler tepeler aşmış.
Ve bir gün sabaha karşı bir köyden geçerken bir kulübede sarı cılız bir mum ışığı görmüş ve kan ter içinde evde gezinen bir kadın olduğunu fark etmiş. Hiç durmadan oraya doğru sürmüş atını ve yaklaşınca inip usul usul yürümüş Gökçil. Doğum sancısı çeken kadın onu kapıda görünce sarılıvermiş boynuna geleceğinden haberdar gibi. Bakmış ki duvarda asılı bir şaman davulu var, bir asa, bir maske görmüş yanında Gökçil.
Hadi demiş kadın hadi! Sen yardım etmezsen gelmeyecek bebek, bana yardım et demiş sancıdan ayakta zor durarak.
Dışarıda ateş yakmış Gökçil, bir örtü serip yatırmış kadını ve başlamış davulunu çalıp yer ile gök arasında bağını kurmaya. Hiç bilmediği kelimeler dökülmüş dilinden ve bebeğin çığlığı ile kesilmiş davulunun sesi. Gül yanaklı bir kız çocuğu annesini kan ter içinde bırakarak gelmiş dünyaya.
Gece sabaha kavuşurken kadın bebeği Gökçil’in yanına getirip bırakmış. Gitmeye niyet eden Gökçil, bebeğin gözlerinde kendini görmüş sanki kendi soyutlanmış çocukluğunu, korkularını, duvardaki şaman davulunun manasını, maskenin nedenini ama en çok da heyecanını… Anlamış ki bu bebek ile onun kaderi aynı.
Kucağına alıp:
‘Kaderini sev kızım’ demiş.
Gülümsemişler birbirlerine ve henüz hiç yıkanmamış bu bebeği o gece ay ışığıyla yıkayıp seslenmişler hem yere hem göğe:
Bengi!
Bengi!
Bengi!
Ömrün bereketli olsun!
Sözün kerametli olsun!
Yolun….
Yolun dengeyi sağlamak olsun! demiş Gökçil.
Dili ruhlara ölüm eşiğinden geçen kadar yardımcı olmasını söylemeye varmamış. Sonra davulunu çalıp Bengi’ye ninniler söylemiş. Bengi’nin ata ruhu demiş ki Gökçil’e: İlkin yedi yaşına bastığında karşılaşacaksınız, onun ilk görevi senin sınavın olacak. O zamana kadar köyünde zaman çetin geçecek, gitmek isteyen ruhlara şifa verirken yorulacaksın ama zaman çabuk geçer denge elbet kurulur; sonra on sekiz yaşına bastığında ikinci kez yüz yüze karşılaşacaksınız ama aslında siz ince bir ipliğin ucunda hep uyumla yol alacaksınız.’
Gün ağarmadan yola çıkıp dört nala dönmüş köyüne Gökçil. Gittiğinde dedesini bir çukur kazarken görmüş, nihayet demiş dedesi nihayet dün gece yarısı can verdi deyip bakmış siyah kuyruklu kartala. Ağlamış Gökçil ama denge demiş ruhu, denge şarttır.
Ve yine devam etmiş bildiği yoldan şifa dağıtmaya, davulunu çalıp dans ederek yer ile gök arasındaki ruhlarla bağ kurmaya. Yedi sene sonra önce kar yağmaya başlamış köylerine az az ve nehrin suyu yükselmiş bir parça. Toprağa can suyu olmuş bu kar. Bazı ailelerin üstündeki kara büyünün bozulduğunu işitmiş Gökçil. Gülümsemiş gökyüzünden sanki minik şaman Bengi’ye. Sonra bir sabah uyandığında çok sevdiği dedesinin yüzünü sapsarı görmüş Gökçil. Dedesinin yüzünde görmüş ölümün soğuk yüzünü. Elini tutmuş ve demiş ki: ‘Bildiğim tüm şifa yollarına yürüyeceğim, iyi olacaksın; daha değil!’ demiş. Başka bir şey söylemeden hemen başlamış şifa ayinlerine. Günlerce, tüm bedeni yorgunluktan titreyene, davula vuran kolları çürüyene kadar durmamış Gökçil. Dedesinin yataktan doğrulamayacak kadar ağırlaştığını görünce haykıra haykıra ağlamış. O kadar çok ağlamış ki yer- gök titremiş bu feryattan ve kilometrelerce öteden Bengi duymuş onun feryadını. Yedi yaşındaki minik şaman henüz on sekiz yaşına basmadan ilk görevi için biraz korkuyla ama kararlılıkla annesiyle at üstünde çıkmış yola. Gece sabaha kavuşmadan varmışlar. Gökçil kapının önünde atın nal seslerini duyunca seneler önceki kehaneti hatırlamış:
‘Onun yedi yaşına bastığındaki ilk görevi senin sınavın olacak!’
Gökçil daha önce hiç hissetmediği bir öfkeyle kapının önüne çıkmış, şimşek çakan gözleriyle: ‘Hayır!’ demiş.
‘Dedemin bu dünyadaki yolculuğu bitmedi, daha yeterince şifayı getiremedim ona ama o iyi olacak! Sen dedemin yanına gidemezsin Bengi, onu ben istemeden alamazsın!’ demiş yeri göğü yırtan bir sesle.
Bengi titreyen gözlerle ve korkuyla yaklaşıp elini tutmuş Gökçil’in. Ve demiş ki:
‘Benim doğumuma sen eşlik ettin ve en çok sen sevindin. Sen AK ŞAMANsın, ben KARA ŞAMANım. Ne sen benden daha iyisin ne ben senden daha kötü. Bizim yan yana yapabileceğimiz tek şey dengeyi kurmak. Bunu sen seçmedin, ben de seçmedim ama sevdik kaderimizi, öyle değil mi? Gitmek isteyen bir ruha acıyla kalmasını söyleyemezsin. Onun gitmesini isteyen ne sensin ne benim. Ben yolunun ilk anlarında ona sadece eşlik etmek istiyorum ve çok korksam da bunu yapmam gerektiğini biliyorum!’
Gökçil, Bengi’ye derin derin bakmış. Bir yağmur başlamış usul usul tepelerinde. Dedesinin sesini duymuş o anda Gökçil, gitmek istememiş bildiği için ne diyeceğini. Anneannesi titreyen elleriyle açıp kapıyı: ‘Gel kızım’ demiş. Gözlerini kaçırıp diz çökmüş dedesinin baş ucunda Gökçil, bu zamana kadar ağlayamadığı ne varsa hepsi dökülüvermiş gözünden dedesinin buruşmuş cansız ellerine. Dedesi:
‘Can kızım, Gökçil’im! Çoktan gitmem gerekiyordu. Senin şifa ayinlerin beni tuttu ama ruhum acı çekiyor. Arafta kaldım, acıyla salınıyorum. Bırak KARA ŞAMAN bana eşlik etsin, bırak annene kavuşayım. Bekliyor görüyorum.’ demiş.
Bu son cümle ile başını kaldırıp dedesinin gözlerinin içine bakmış Gökçil. Bu son cümle onun göz yaşlarını dindirmiş. Ve görmüş ki günlerdir gözüne bakamadığı dedesinin rengi iyice çekilmiş. O zaman: ‘Tamam’ deyip açmış kapıyı sırılsıklam olan Bengi’ye ve dedesine son kez sımsıkı sarılıp onları yalnız bırakmış. Yüzünü yağmura dönüp saatlerce oturmuş nehrin kıyısında. Bir zaman sonra annesiyle dedesinin gülme sesleri gelmiş kulağına. İşte o zaman girebilmiş tekrar kulübeye. Ve gittiğinde Bengi’nin dört nala gittiğini söylemiş anneannesi.
Günler haftaları, haftalar ayları, aylar yılları kovalamış. Ak şaman ve kara şaman görünmez bir ipin üstündeki iki cambaz gibi ince ince adım atarak kurmuşlar dengeyi. Kara şamanın kaderi onu erken başlatmış şamanlığa. Dengenin kurulması gerektiğini fısıldamışlar sürekli kulağına. Öyle de olmuş.
Ve Bengi’nin onsekiz yaşına basacağı saatlerde iki şaman aynı rüyayı görüp düşmüş yola. Varmışlar ayinin yapılacağı yere. Bakmış karşısında su gibi, kapkara saçları olan bir kız: ‘Bengi’ demiş hayranlıkla bakarak. Gökçil’in ergin şamanlığa geçiş ayininde ne yapıldıysa aynısı yapılmış Bengi için. Nihayet davulunu çalmış göğsünü gere gere Kara Şaman Bengi gece sabaha kavuşana dek. O gece sabaha karşı Gökçil’in hasta ve eşiği geçmeyi bekleyen anneannesi de eşlik etmiş Kara Şaman Bengi. Ve Gökçil yağan yağmurun altında dedesinin, anneannesinin ve de annesinin gülüşme seslerini duyana kadar beklemiş.
Uzun yıllar Bengi bir yakada, Gökçil öte yakada kimsenin görmediği ama onların çok iyi bildiği bir bağ ile terazinin kefelerini dengeye getirmişler usul usul. Bu yakada doğum, düğün, kırk uçurma, baharda patlamayan tomurcuklar varsa Gökçil koşmuş yardıma davulu, maskesi, giysisiyle… Öte yakada ruhu acı çekene ve gitme vakti gelene, kara haberleri işitmesi gerekene, bozulması gereken karanlık büyülere, kışın yağamayan ilk karını çağırmaya Bengi koşmuş. Yer ile göğün arasında ruhlarla bağ kurarak dengeyi işlemişler beraber senelerce, mevsimlerce. Ve bir gece her şeyi yanlarına alıp nehrin kıyısında tabak gibi sapsarı dolunay ışığı altında buluşmuşlar. Gökte ak kuyruklu ve de kara kuyruklu kartal dans etmiş. Nehrin bir kıyısı dalgalanmış bir kıyısı dingin kalmış. Maskelerini takmadan, giysilerini giymeden ve hiç konuşmadan dans edip davul çalmışlar sabaha kadar. Gün ağarırken davulu bırakıp yere çökmüş Gökçil, istemeye istemeye Bengi de çöküp oturmuş tam karşısına. El ele tutuşmuş iki şaman kadın.
-Ruhum senin yanında olacak her davul sesinde demiş Gökçil, vakit geldi; çok yorgunum hadi yardım et bana yolu aç ki kolay gideyim. Dedemin, anneannemin ve annemin beni beklediğini görüyorum.
-Denge peki demiş Bengi, benim terazimi kim dengeleyecek?
-Davulum, maskem, her şeyim sahibini senin yanında bekleyecek. Belki ben henüz göçmeden o bebek şu anda doğdu bile.
– Tut elimden demiş Bengi iki kadın yanı başlarında yanan ateşin yükselmeye başlayan harı ile aynı cümleleri söylemeye başlamışlar ilk defa:
‘Gökçil sen ki Göklerden gelen,
Bengi sen ki sonsuz olan,
Göklerden gelen bir sonsuzluk masalını yazdık beraber.
Kah şifa dağıtarak
Kah geleceği okuyarak
Yer ile göğün arasında mekik dokuduk
Kâh kışı kucaklayarak
Kâh baharı müjdeleyerek
Dengeyi aradık,
İyi salt iyi değildi belki,
Kötü salt kötü değildi.
Bir denge vardı kurulunca suları durultan biz oradaydık.
Göklerden gelen ve sonsuzluğa kapı açan iki kadın bir masal yazdık.’ demişler.
Ve Gökçil’in elleri kayıp gitmiş Bengi’nin ellerinden. Ağlamış şaman kadın ağlamış omzunda başka bir yük hissederek. Ve seslenmiş hem yere hem göğe: Ne olur uzun sürmesin, benim ve kâinatın dengesini bozmadan gelsin, gelsin Ak Şaman! Gökçil gibi yolu iyilik olsun, kaderini sevsin.
Derler ki ne zaman dilek tutup ağaca renkli çaputlar bağlasaK, ne zaman ki kulak mememizi çekip tahtalara vursak, ne zaman ki gül yanaklı bir bebeğin kırkını uçursak, ne zaman ki alkarısı basmasın diye lohusaları yalnız bırakmaya korksak ve derler ki ne zaman üstümüze metal bir çengel iğne ile mavi boncuk taksak Gökçil ve Bengi’nin ruhumuza işleyen dengesine duyduğumuz ihtiyacı ararmışız.
Kâinatın da insanlığın da ayrı gayrı görmeden dengeyi bulabilmesine niyetle!
SON.
Şaman Masalının Dans Performansı ve Sonuç
Masalın taslağını Ak Şaman ve Kara Şaman üzerinden oluşturduktan sonra üç bölüm halinde yaratıcı dans performansı üzerine çalışmamı yaptım. İlk aşama Gökçil’in şaman olarak seçilmesi ve şamanlığı kabul etmekten korkması fakat sonra teslim oluşuydu. Bir sonraki aşamada hem şamanlıkta erginliğe ulaşması hem de Kara Şaman’a duyduğu ihtiyacın sancısı ve kayıpları bedensel devinimlerle ortaya çıktı. Son aşamada ise birlikte kurdukları denge ve bu dünyadan huzurla göçüşünün yaratıcı dans performansını deneyimledim. Hatta masalın kabaca taslağını çıkartmıştım fakat sonuç aşamasına bir türlü geçiş yapamamıştım. Öncesinde ilk iki aşamanın dans performansını hazırlarken son aşama kendiliğinden bedenin kelimeleriyle can bulmuş oldu. Yani dans performansı ve masalın aşamaları eş zamanlı yol almış oldu.
Sonuç olarak bu iki kadim sanat dalının birbirini beslediğini, kelimelerin yetersiz kaldığı yerde sanki bir eşik atlar gibi yaratıcı dansa kendimi bıraktığımda masalın kendi iç dinamiğinin oluştuğunu fark ettim ve akabinde performans içinde deneyimlediğim duygu geçişleri ile masalı yazmak daha kolay hale geldi. Elbette buna şamanların aşamalı dans performanslarını hazırlarken kullandığım ekolojik objelerin de (kuş tüyleri, ağaç dalları, doğada dansı deneyimlemek gibi) etkisinin çok fazla olduğunu belirtmek isterim. Nitekim iki sanat dalının birbirini ördüğünü bedenin söylediği masalın, kelimenin masalına ışık tuttuğunu bizzat deneyimlemiş oldum.
KAYNAKÇA
- Babikyan, Lerna (2022). Yaratıcı Dans Hareketli Pedagoji, Töz Yayınları, Ankara, s. 23, 25.
- Baltaş, Z. & Baltaş, A (1992). Bedenin Dili, Remzi Kitabevi, İstanbul.
- Cemal, Mustafa (1996). Eşitlikçi Toplumlar, Belge Yayınları, İstanbul.
- Dilek, İbrahim (2007). Altay Masalları, Alp Yayınevi, Ankara, s.17.
- Ekici, Metin (2005). Türk Sözlü Geleneğinde Anlatıcılar ve Anlatmalar Arasındaki İlişkiye Art Zamanlı (Diyakronik) ve Eş Zamanlı (Senkronik) Bir Bakış, Kanyılmaz Matbaa, İzmir, s.227.
- Ergin, Erkan. Türklerde Dini Danslar, s.112.
- İzgi, Mustafa Cumhur (2012). Şamanizm ve Şamanlara Genel Bakış, Lokman Hekim Journal 2(1), s. 31-38.
- Labecka-Koecherowa, Malgorzata. Şaman Ayini-Yeniden Yapılanma Deneyi, s.78.
- 9. Şenel, Alaeddin (1991). İlkel Topluluktan Uygar Topluma, 3. Baskı, Ankara V Yayınları.
- Türkan, Kadriye (2015). Türk Dünyası Masallarından Yansıyan Şaman Olgusu, Bilig Sayı 24, s.223.