Geçen yazımda sizlere dansla tanışma yolculuğumdan ve bu işin eğitimimi almaya beni yönelten deneyimlerden bahsetmiştim, şimdi yolculuğu aktarmaya kaldığı yerden devam ediyorum…

Evet, yıl 2001di ve ben modern dans bölümü lisans öğrencisiydim. Okula girdiğim ilk yıl İngilizcem daha iyi olsun diye hazırlık sınavından kendimi bilerek bırakmıştım. Bir yıl boyunca okula İngilizce için gidip geldim. Bu arada tam yeni mezun olmuşken yeniden okula başlamam ailemde şaşkınlık yaratmıştı. Annem böyle bir yükü yeniden dört yıl boyunca nasıl kaldıracağını düşünürken, babam; kendinden beklenin aksine dans bölümüne girdiğime sevindiğini bildiren görüşünü paylaşmış ve kibarca aradan çekilmişti.

Birinci sınıfa ilk girdiğimde çok heyecanlıydım, tanıdığım, tanımadığım herkes çok özeldi benim için. Etrafa bakıyordum, ikinci üniversitem olduğundan benden daha genç öğrenciler vardı. Kıyafetler, saçlar, renkler, cinsel tercihler farklı, yenilikçi ve sıra dışıydı…Bu beni inanılmaz mutlu etti, farklı ve cıvıl cıvıl bir yerdeydim, harika dedim, doğru yerdeyim.

Okulumuz Türkiye’nin ilk konservatif olmayan, disiplinler arası sanat okuluydu. İlk krizlerimi temel tasarım dersinde perspektif çizmeyi öğrenmeye çalışırken yaşadım. Sanat&Tasarım Fakültesi için zorlu olan bu derste bileşik sanatlar bölümü öğrencisi dışında, çoğu öğrenci bana benzer deneyimler yaşıyordu ve çok zorlanıyordu, sonradan devreye biraz müzik tasarımı girdi de rahatladım. Performans yapabileceğimiz bir alandı ve ben saçlarımı taramanın çıkardığı ses üzerinden bir sunum yaptım. Meğer bu fikir 1920’de Amerika’da uygulanmış, yapılmış…olsun, öğrenciydim, öğreniyordum, deneyimliyordum ve bu harikaydı.

Günler bölüm başkanımızın sözlerini yaşam mottoma dönüştürmüş bir halde geçiyordu. Günlük dans dersim bale ve modern danstan oluşuyordu, 3 saatti ve ben çoğu dans sever arkadaşım gibi günde 8-9 saatimi okulda geçiriyordum. Kimi zaman izin alıp kabul edildiğim ek derslere giriyor, kimi zaman da üst sınıfların dersini izlerken bedenimi esnetip duruyordum. Hayatımda tek bir şey vardı artık “DANS”. Bölüme girer girmez diğer başka her şeyi arkama bile bakmadan bırakmıştım; oyunculuk, reklam görüşmeleri, müzik, yabancı diller, erkek arkadaşla da arada görüşsem yeterdi…hepsi ama hepsi bitmişti benim için. Oldukça tutucu bir şekilde sadece modern dansa, dans tiyatrosuna, modern dansa bağlanmıştım.

Ancak zamanla bazı gerçekler ortaya çıkmaya başladı. Bölüm ve eğitim sertti, çok çaba, emek ve adanmışlık istiyordu, ben hepsine razıydım ancak sosyal olarak oradaki arkadaş çevresinin doğal bir parçası değildim ve bu bazen çok üzücü olabiliyordu. Herkes dışardan çok tatlı ve ilginç görünüyordu ancak onlarla oturup konuşacak ortak bir konum yoktu, öncelik ve heyecanlarımız farklıydı. Ben artık 22 yaşındaydım ve o ana kadar eğlence hayatında merak ettiğim çoğu şeyi zaten yaşamıştım. Artık saçımı bölge bölge farklı renklere boyamak, kendimi kıyafetlerimle dışa vurmak ihtiyacım kalmamıştı. Her zaman akşam çıkıp dans etmeyi seviyordum ancak buradaki arkadaşların çoğu tekno müzik seviyor gibiydiler ve bu bana hiç uymuyordu.

Gün geçtikçe yaşamın neşesini hissedemiyor, kendi neşemi dışa yansıtamıyordum. Üstelik sırtımda 33 derece olan skolyoz görüntü olarak diğer dansçı arkadaşlardan beni oldukça farklı kılıyordu- ya da ben öyle sanıyor, bu görüntüden utanıyordum, ne yapsam değiştiremiyordum.

Artık kesindi, bu hikayenin yıldızı ben değildim. Benden çok daha yetenekli öğrenciler vardı, ben standart bir dansçıdan beklendiği oranda esnek de değildim, tüm bunlar yetmezmiş gibi eğitim süreçlerine dair aklıma yatmayan, haksız durumları eğitim fakültesinden mezun bir pedagog olarak sorguluyor, insan ve öğrenci haklarını kendimce gündeme getirip hatırlatıyordum etrafa. Ancak sesim fazla çıkmasa daha iyiydi, çünkü istekli dinleyici yoktu, ben de bir sürü sonra sustum, bıraktım ipin ucunu. Muhtemelen o dönem okulda çoğu eğitmen ve öğrencinin gözünde tüm bu halimle oldukça iticiydim.  “Normal” iletişim kurabildiğim eğitmen ve öğrenci sayısı oldukça azdı. “Neden bacağını kafasına değdiren iyi dansçı etiketini alıyor “ diye sorguluyor, yıllar geçerken pek kimse umursamasa da kendi cevaplarımı buluyordum…”önemli olan ne yaptığın değil, neden yaptığın, nasıl yaptığın, bundan asla vazgeçme ! ”

– sonradan dünyanın başka yerlerinde aynı benim gibi düşünen dans sanatçıları da olduğunu keşfettim, ancak bunu anlatan kitabın karşıma çıkması için en az beş yıl daha beklemem gerekiyordu

Okulda iyi şeyler de oluyordu elbet, bölüm başkanımız ara ara büyük emeklerle Abd, Avrupa, İngiltere ve Japonya’dan farklı dans tekniklerini öğreten misafir sanatçılar getiriyordu, sanki dans, dans tarihi, Avrupa dans sahneleri önümüze gelmişti, biz de içinde bu eğitmenler sayesinde dans ediyorduk. Aynı şekilde Türkiye’de doğup yurtdışında eğitim almış nice bağımsız sanatçı, akademisyen, o dönem yetişmekte olan araştırma görevlileri de kimi zaman küçük bütçelere, çoğunlukla gönüllü hem çalışıyor hem de eğitmenlik deneyimi kazanıyordu.

Ben eğitmenlik diplomam ve geçmişteki bale kursu deneyimim ile çeşitli okulöncesi kurumlarda dans eğitmeni olarak çalışmaya başlamış, cep harçlığımı çıkarır olmuştum. Yazları da biriktirdiğim paranın üzerine ailemin desteğini ekleyerek yine Avrupa’daki dans festivallerine gidiyor. 10-15 gün içinde farklı derslere girip, ek eğitimler alıyor, yeni gösterileri izliyordum, elbette bütün param o sürecin sonunda bitmiş oluyordu.

2. sınıfın sonlarına doğru kendimde ve dansımda bir gariplik hissetmeye başladım. Bizden eğitimin ilk yıllarında beklendiği gibi kalıplar, kurallar, formlar, çizgiler dahilinden dans etmeye çalışıyordum. Doğaçlama dersleri benim için biraz azdı…Nasıl bilmiyorum birden Çatı Dans Sanatçıları Derneğini hatırladım, dansa ilk oradaki eğitmenlerle başlamıştım ve İstanbul’da yerlerini tesadüfen buldum, ya da oradan birileri ile karşılaştım da bana o zaman Sadri Alışık sokakta yer alan stüdyoyu gösterdi, tam hatırlayamıyorum.

Ancak 3. Ve 4. Sınıftayken okul dersleri bitince Çatı’daki derslere gitmeye başladım, arada geçen yaz tatillerini de orada değerlendirdim. Misafir eğitmenlerin hem atölye hem de hazırladıkları gösterilerine katıldım dansçı olarak. Bedenim tekrar nefes almaya başlamış ve “ben”le dolmuştu… Orada kendimi evimde hissetmem fazla zaman almadı. Üstelik buradaki arkadaşlar çok farklı yaşlardan, farklı meslek gruplarından, iletişimde okul arkadaşlarıma göre çok daha açık insanlardı…Diyebilirim ki Anadolu gibi, Anadolu kadar çeşitlilerdi, halktan insanlardı ve ben bunu seviyordum. İnsanların sadece diplomaları, maddiyatları, sosyal çevreleri olmadığı inancım o mekan sayesinde perçinlendi, kendi adıma bunun ne kadar engin olduğunu deneyimledim, etrafımızdaki insanların nasıl zenginlikler olduğunu gördüm…

Okulda 10 kişi başladığımız sınıf, yıllar içinde elenen, sınıfta kalan, vazgeçenler sonucu dört yılın sonunda tek mezununu verdi. O da bendim. Hatırladıkça o günleri gözlerim hala dolar, sadece sevgiden…Lisans eğitimim boyunca sakatlık, hastalık diyelim toplam devamsızlığım 10 günü geçmedi. Eğitimin hiçbir anından ne olursa olsun, ne kadar zorlansam da dans derslerimden ayrı kalmak istemedim.

Okulda en sevdiğim ders Dans Kompozisyonu oldu. 2 sınıfta, dans bölümüne girmeden önce devam ettiğim tiyatro oyunculuk ve yönetmen yardımcılığı deneyimlerimin benden bıraktığı etkiden habersiz olarak bir restaurant’da yemek yiyen çiftin hikayesini anlattığım koreografinin sunumu sonrası bundan ne kadar keyif aldığımı ve içimdeki konuya dair olan potansiyeli fark ettim, aynı hissi sunumu izleyen birkaç eğitmenimin de yüzünde gördüm. Ve sonra koreografi yapmaya olan ilgim, uzunca bir süre dansçı olmaktan çok daha fazla beni heyecanlandırdı.

Eğitimimi boyunca müthiş dans eğitmenlerim oldu. Onlar neredeyse çocuk yaştan itibaren bu sanatın içinde yoğrulmuş, Türkiye’nin ve Dünya’nın en önemli sahnelerinde, en önemli dans topluluklarında baş dansçı olarak dans etmiş, en az 25-30 yıllık mesleki deneyimleri ile karşımda duran hazinelerdi. Geyvan Mc Millan, Zeynep Tanbay, Uğur Seyrek, Oktay Keresteci, Nur Berkan, Zeynep Gündür ve daha niceleri…Bugün onları hatırladıkça kültür ve sanatta devamlılığın önemini çok daha iyi anlıyor, bu değerli deneyimi benim gibi pek çok öğrencinin yaşayabilmesini diliyorum.

2006 yılı geldiğinde, 4 yılı tamamlayıp mezun oldum. Belki siz okuyucunun beklemediği şekilde tek isteğim danstan uzaklaşmak, bir süre hiç hareket etmemek oldu.