Yazı yazma süreci ile bir hareket/dans parçası çıkarmak arasındaki ortak noktaları keşfettiğim şu günlerde sıcak sebebi ile yavaşlayan algı ve düşünce süreçlerime rağmen bu yazıyı yazmaya niyet ediyorum. Tek nefes aldığım yer evimin diğer balkonlara iki kol mesafesinde olan balkonu, eşlikçilerim ise kağıt ve kalemim dışında taze naneli bir bardak soğuk su ile yelpazem.
İstanbul-Berlin uçuşu ile başlayan bu yolculuk tamamen kişisel merak ve ilgilerim doğrultusunda kış süresince yapılandı. İnternette mail grubuna üye olduğum Alternatif Eğitim neydi? Sanırım beni başta en çok ”alternatif” kelimesi cezbediyordu, sonrasında araştırıp okudukça demokratik eğitim, demokratik okullar, özgür okullar gibi yeni kavramlar karşıma çıktı. Merak ettim ve daha çok araştırmaya başladım. Kalkedon Yayınların’dan Matt Hern’in editörlüğünde çıkan Alternatif Eğitim isimli kitap pek çok farklı deneyimi ve makaleyi barındırıyordu; kitabı okudukça benim bu konuda farkındalığım arttı ve gittikçe başka bir eğitimin mümkün olduğundan daha emin oldum.
Fakat sadece okumak bana yetmedi. Gidip görmeliydim, orada neler oluyordu, alternatif okullarda neler oluyordu, yerinde görmeliydim.
Bu amaçla internette yaptığım araştırmalar sonucu New York Albany’de Alternative Education Resource Organisation tarafından haziran ayında düzenlenecek konferansı bulmuştum fakat bir süre sonra çeşitli sebeplere bu hayalim suya düştü. Kaçırdığı konferanslar ve atölye çalışmalarına üzülen ben bir süre sonra aynı konferansın Avrupa ayağını buldum. Konferans; genel amacı Avrupa merkez olmak üzre dünyadaki tüm demokratik eğitim faaliyetlerini desteklemek, demokratik okul kurucuları, eğitmenleri, öğrencileri, veliler arasında iletişim ağı oluşturmak ve demokratik eğitim ile ilgilenen kişi ve kurumlara teorik, pratik bilgi aktarımı sağlamak olan EUDEC-European Democratic Education Organisation- tarafından düzenleniyordu.
Peki neydi bu demokratik eğitim?
Demokratik eğitim her çocuğun neyi, nasıl, nerede, ne zaman ve kimden öğreneceğinin seçme hakkını sadece çocuğa veren bir sistemdi. Okullarda gerekli kurallar, kararlar, okul yönetimi, işleyişi- kimi zaman bütçe de dahil olmak üzere- çocuklar tarafından belirleniyordu. Yaş, cinsiyet, din, dil ayrımı olmaksızın her hafta düzenlenen okul parlamentosu toplantılarında her çocuk eğitmenler ve okul danışmanları ile eşit söz söyleme hakkına sahipti.
Demokratikokullar, demokratiktoplumsisteminin
bir aynası gibiydiler ve burada da demokratik bir toplumda olması gereken karar sürecine katılım, eşitlik, bilgiye erişebilirlik gibi temel öğeler uygulanıyordu.
Konferans süresince Kanada’da demokratik bir okuldan mezun olan ve şu anda üniversite eğitimine devam eden bir öğrencinin söyledikleri hiç aklımdan çıkmadı: ”Biz her gün okula gidip o gün ne yapmak istediğimizi kendimize soruyorduk ve istediğimiz doğrultuda çalışıyorduk. Bu bir müzik projesi olabileceği gibi matematik dersi, yabancı dil veya heykel çalışması olabilirdi. Bazen canımız bir şey yapmak istemiyordu. Ama bu da bir deneyimdi ve şunu öğrendik: Hayatta kimse elimizden tutup da “gel sen bunu yap, şunu yap, senin yolun bu, senin için en doğrusu bu” demeyecekti. Bunu biz bulmalıydık. Kendi yaşam kararlarımızdan, eylemlerimizdenbiz sorumluyduk vebelkidedemokratik okulda en çok bunu öğrendik: kendi yaşamımız için sorumluluk almayı.
Geleneksel eğitim sistemi sınavlar arasında sıkışarak geçirilen çocukluk dönemi sonrası çoğu zaman tercih edilmeyen meslekler ile sona eriyordu.Aileler, öğrenciler küçük yaştan itibaren ilköğretimi, liseyi ve üniversiteyi bitirmeye odaklanıyor; sınavlarda yeterli puanı almayan öğrenci toplum ve eğitim sistemi tarafından “ başarısız” olarak yaftalanırken tüm bu süreç sonrasında “başarılı” olanlar ise bir an şaşırıp kalıyorlardı. “Ben ne yapacağım şimdi?”, “ben gerçekten ne yapmak istiyorum?” ve hatta “ben kimim, ben ne severim, benim ilgilerim neler gerçekte?” gibi soruları ancak geleneksel eğitim sisteminden çıktıktan sonra kendilerine sorabiliyorlardı. Ve gerçekten hayatta başarı ve mutluluk matematik, fen, sosyal, tarih, coğrafya gibi derslerin belli konularını bilmek ile mi ilgiliydi? Sanırım pek çok okuyucu bu soruya kendi eğitim geçmişi ve bugününe bakarak samimi cevaplar verebilir.
İşte demokratik eğitim bu sorulardan hareketle dünya üzerinde yapılandı ve sistemin dışladığı, başarısız atfettiği öğrencilerin bile doğru yaklaşımlarla başarılı olabileceğini savundu. Alternatif eğitimciler hayatta başarı ve mutluluğun ancak her bireyin/öğrencinin kendi tekliğini/eşsizliğini fark etmesi ve kendine ait hayatın amacını, kendi yolunu araştırıp keşfetmesi ile mümkün olabileceğine inanan bir sistem oluşturdular.
Bugün çoğu demokratik okulda sınav yoktur, çoğunlukla sınav olmak isteyen öğrenciler ise, bu isteklerini eğitmenlere bildirirler. Öğrenciler girecekleri dersleri seçme hakkına ya da istedikleri bir kurs açmaya, bu kursun ya da dersin eğitmeninin seçme hakkına sahiptir. Okullardaki genel sosyal yaşam çevreye, çokkültürlü yaşama, çocuk ve insan haklarına duyarlı bir pratik içermektedir.
Eudec 2008
Almanya’nın Leipzig şehrine ulaştığımda çok heyecanlıydım, uzun zamandır beklediğim süreç başlamak üzereydi. Gerekli kayıt işlemlerinden sonra ufak bir kutu içinden üç adet kağıt seçmem istendi. Bu kağıtlardan birinde hemen ertesi sabah altı ile sekiz arası mutfak yardımı ve diğer günlerde kimi zaman konferanslarla çakışan çadır alanı ve okulun güvenliği gibi görevler yazıyordu. Neden acaba geldiğim günün hemen ertesinde sabah erkenden uyanmalıyım diye bir an için düşünsem de ertesi sabah altıda mutfakta kahvaltının hazırlanmasına yardım ediyordum. Önce yadırgasam da kısa sürede benimsediğim bu uygulama hem süreç içinde organizasyon komitesinin yükünü biraz olsun hafifletmiş hem de biz katılımcıların organizasyona imece usulü katılımımızı sağlamıştı. Konferansları birlikte dinlediğimiz gibi, yemeklerimizi de hepimiz için, birlikte pişirdik, eşyalarımızın güvenliğinden hepimiz sorumlu olduk. Zaten demokrasinin önemli unsurlarından biri de aktif katılımdı ve biz de tam bunu yapıyorduk işte!
Ben yanımda çadır ve mat taşımak istemediğim için nerede kalacağım sorulduğunda konaklama ile bağdaştırmamama rağmen “okul” seçeneğini seçmiştim. “Okul” girişinde hemen elime bir uyku tulumu ve bir mat verildi ve ikinci kata çıkmam söylendi.
Konaklama son derece basitti. İkinci kata çıktıktan sonra sağımda ya da solumda bulunan sınıflardan birine girecek, sıra ve sandalyeleri kenara çekip kendime bir yer açacaktım. Ben de öyle yaptım; mat ve uyku tulumumu uygun bir yere koydum. 10 gün boyunca burada yatacaktım ve buna alışmam lazımdı. Önce biraz yadırgasam da sonrasında gelen yeni “ oda” arkadaşlarım ile birlikte 10 kişilik bir “sınıf” oluvermiştik bile. Zamanla birbirimize ve sınıfa o kadar alıştık ki, bir süre sonra evine dönen sağımda yatan bayanın sonrasında yerindeki boşluk bana ailemden birini kaybetmişim hissi verdi. Ne kadar da çabuk alışıyorduk birbirimize
Genel olarak on günlük konferans süreci ikiye ayrılmıştı. İlk beş gün program açıktı. ”Açık” şu anlama geliyordu: katılımcılar kendi çalışmaları, merakları ve becerileri doğrultusunda konuşmalar, atölye çalışmaları düzenleyeceklerdi, tek yapmaları gereken panoya ad ve soyadları ile birlikte içerik detayını saat ve yer belirterek panoya asmaları idi. Kimi zaman bir ya da birkaç konuşmacı liderliğinde geçen konferanslar olabildiği gibi karşılıklı sohbet şeklinde geçenler de olabiliyordu. İlk başta algılayamadığım ve hatta yeterince ciddi bulmadığım bu programa ben de zamanla adapte oldum; çocuklarla ve yetişkinlerle yaptığım yaratıcı dans atölyeleri ile benim de bu sürece bir katkım oldu. Verilen bir günlük aradan sonra demokratik eğitim alanında tecrübeli yönetici, eğitimci akademisyenlerin konuşmacı olarak katıldığı ikinci bölüm başladı.
İsrail Demokratik Eğitim Enstitüsünden Eyal Ram, 1989 yılında İsrail’de açılan ilk demokratik okulu ve sonrasında ülkede eğitim alanında yaşanan değişim sürecini bizimle paylaşırken İngiltere’deki Summerhill okullarının yöneticisi Zoe Readhead babası A.S. Neill tarafından yaklaşık yüz yıl önce kurulan ilk demokratik okulu ve bu sürecin neden bu kadar uzun süre devam ettiğini hem felsefe hem de okul işleyişi ve öğrenciler açısından değerlendirerek bize aktardı.
Avrupa, Amerika, Uzakdoğu gibi farklı kıtalardan gelen demokratik okul sahipleri de kendi okullarını tanıtarak bizlere deneyimlerini aktardılar. İngiltere’nin Devon şehrinde bulunan Sand School’un kurucusu David Gribble, “Çocuklar Değil Büyükler Savaşları Başlatır” başlıklı konferansında çoğu yetişkinin yaşları ilerledikçe görme ve duyma duyularının
yanı sıra düşünme yetilerini, empati yeteneklerini ve açık fikirliliklerini kaybettiklerinden bahsetti. Bu tutum toplumdaki hoşgörüyü azaltmakta ve ayrımcılığı arttırmakta idi. Mevcut okul sistemi de maalesef bu doğrultuda bireyler yetiştirmeye hizmet ediyordu; bireyci, kıyas ve rekabete yönelik, meta ve üretim yerine tüketim eğilimli. Bir açıdan genç beyinler, yetişkinler dünyasına küçük yaştan adapte ediliyordu.
Tabii ki, demokratik eğitim sadece okul sürecini kapsamıyordu işin içine göçmenlerin eğitiminde demokrasi, eğitmen eğitiminde demokratik yaklaşımlar, çok kültürlü ortamlarda eğitim gibi pek çok başka önemli alt başlık da vardı. Tüm bunlar belli kurallar konarak uygulanmaya niyet edilebildi, fakat kuralları koyduktan sonra uygulama demokrasi kültürünün işleyebilmesi ile ilgiyidi.
Hamburg Göçmenler Enstitüsü dahilinde kurulan Demokratik Pedagoji grubu temsilcileri ise son 40 yılda Almanya’ya göç eden pek çok farklı ülkeden göçmenin yakın geçmişte yaşadıkları problemleri ele aldılar. Uzunca bir süre bir göçmen ülkesi olduğunu kabul etmeyen Almanya’da yerel vatandaşlar hep çalışmak için gelen göçmenlerin bir gün ülkelerinden ayrılacaklarını düşündü. Fakat geçen yıllar içinde göçmenler Almanya’yı terk etmediği gibi toplum tarafından da kabul sorunu görüp tam olarak bir kültürel entegrasyon yaşayamadılar. Her ne kadar Alman dil ve kültürüne yönelik kurslar açıldı ise de, göçmenler ve yerel halk aynı ülkenin vatandaşı olarak birbirlerini görmek yerine uzun süre yabancı olarak kaldı. Parantez içinde belirtmeliyim ki bu konferansı dinlerken aklıma şöyle bir soru geldi: acaba devlet, göçmenler için kültürel adaptasyon kursları açarken yerel halk içinde göçmenler için adaptasyon kursu açmış mıydı? Diyalog çift taraflı, karşılıklı idi ve sadece tek bir tarafın diğerini anlaması karşılıklı iletişim içerisinde eksik kalıyordu. Sanırım bir başka konferansta benzer sağduyulara sahip olduğumuz Berlinli bir öğretmen, Türk öğrencilerin anadillerini teneffüslerde konuşmalarının yasaklanması yerine, neden ilgili Alman öğrenciler için Türkçe dil dersleri açılmadığını, belki bu öğrencilerin Türk arkadaşları ile onların anadilinde sohbet etmek isteyebilecekleri fikrini savundu. Ne güzel! Akılın yolu bir midir bilmiyorum ama dünyanın her yerinde insan yüreğinin yolu birdi, onu dinleyenler için.
Sonuç
Yaşanan on günlük süreç sonrası Eudec 2008, demokratik eğitime dair pek çok konuşma, paylaşım ve geleceğe dair olumlu niyetlerle sona erdi.
Önümüzdeki yıl Polonya’da yapılacak olan 2009 konferansı için işbölümleri şimdiden yapılmaya başlanırken hepimiz arkamızda yeni dostlular ve güzel hatıralar bırakarak bir sonraki muhtemel buluşmaya kadar vedalaştık. Artık ülkemize dönüyorduk ve şimdi ilgilenecek kişilerle bu bilgileri paylaşma, uygulama ve değişim zamanıydı